byrut

Yaralı ayaklar ve kirli sular: Mültecilerin hayat mücadelesi

İsrail’in acımasız saldırıları sonrası evini terk eden Nohad Yazbek, Beyrut’un merkezinde, yalnızca komşusunun kedisi Susu ile teselli bulmaya çalışıyor. “Bana endişelerimi ve korkularımı unutturuyor” diyen Yazbek, savaşın ortasında kaybolmuş hayallerini ve belirsizliklerini paylaşırken, bir hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Dahiyeh’den kaçan ve barınak bulamayan Yazbek, Muhammed el-Emin Camii’nin önündeki merdivenlerde uyuyor. Kış soğukları ve yağmurlu geceler, onun için hayati bir tehdit haline geliyor.

“Nereye gitmemiz gerekiyor? Benim köyüm de bombalandı.” diyor Yazbek, sığınacak bir yer arayışındaki çaresizliğiyle.

İsrail’in geçen hafta başlattığı bombardımanlar sonucu Türkiye tarihinin en büyük yerinden edilme krizlerinden birine tanıklık ediyoruz. Bir milyondan fazla insan evlerini terk etmek zorunda kaldı ve Lübnan’daki ölü sayısı 1.200’ü geçti. Başbakan, bu durumu ülke tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olarak nitelendiriyor.

Savaşın getirdiği insani felaketten kaçan Suriyeli mülteci Ratiba Şeyh Abed, “Dahiyeh’teki binalara saldırdıklarından beri buradayız.” diyerek tehdit altında eski bir hayatın izlerini taşıdıklarını anlatıyor.

Sekiz çocuğuyla birlikte Beyrut’un sokaklarında hayatta kalmaya çalışırken, yardımseverlerin bağışlarına bel bağlıyor. “Bize hiçbir şey getirmezlerse, açlıktan ölürüz.” diyor çaresizce.

Beyrut’tan yoğun insani yardımlar yapılmasına rağmen, durum her geçen gün daha da kötüleşiyor. Avrupa Birliği, durumu kontrol altına almak için 30 milyon avro gönderdi. Ancak, pek çok insan hâlâ açlıkla yüzleşiyor. “Şu anda yiyecek bulamayan herkese sıcak yemek tedarik etmeye çalışıyoruz.” diyen gönüllü gruplar, insanlık mücadelesinin her geçen gün daha zor hale geldiği bir sahnede umut ışığı olmaya çalışıyor.

Ancak insani ihtiyaçlar her yerde giderek artarken, temel ihtiyaçların karşılanması bile zor hale geliyor. Su bulmak için üniversiteye yürüyen aileler, gecenin karanlığında büyük riskler alıyor. Şeyh Abed’in “Gece yağmurlu ve soğuk olduğu için AUB’ye gidemedim” demesi, savaşın yarattığı korku ve belirsizliğin boyutlarını gözler önüne seriyor.

İki kadının da düşleri aynı: Savaştan kaçmak ve güvenli bir geleceğe ulaşmak..

Ancak, “Sürekli olarak ülkeden ülkeye koşturmak istemiyoruz.” diyorlar ve savaşın durmasını, evlerine dönmeyi umut ediyorlar. Beyrut’un sokaklarında yaşanan bu dram, yalnızca bir hayat mücadelesi değil, aynı zamanda insanlık tarihine kaydedilecek bir utanç tablosu.

Kaynak: Mira Haber 

Bir Cevap Yazın