03:56 Cuma / 29 Mart 2024 | 19 Ramazan 1445

Suriye’deki Türk haberci Abdussamed Dagül ile röportaj

Araştırmacı Halid Abdurrahman, gazeteci Abdussamed Dagül ile özel bir röportaj gerçekleştirdi.

Araştırmacı Halid Abdurrahman, gazeteci Abdussamed Dagül ile özel bir röportaj gerçekleştirdi.

Röportaj Abdurrahman'ın şahsi bloğunda .

Tam olarak ne zaman Şam’a geldin ve yaptığın işi tarif edebilir misin?

AD: Rabbim bana Şam topraklarına 2014 senesinin başında gelmeyi nasip etti, elhamdulillah. Buraya gelmeyi karar vermeden ve gelmeden önce yine Şam’daki kardeşlerimize bir desteğimiz olma adına Almanya’da bir grup Müslümanla yardım toplayıp buraya gönderiyorduk. Yaptığım iş Allah’ın dinine bir şekilde hizmet verme isteği ile oluştu. İslam şuuru ile şuurlanmadan önce de Almanya’da medya okudum. Açıkçası buraya gelirken habercilik yaparım düşüncesi ile gelmemiştim. Oraya gideyim, elimden gelen her şeyi yaparım yeterki Allah’ın dinine hizmet olsun diye düşünmüştüm.

Buraya geldiğimde medya ile haberciliğin önemini ve sahanın buna ihtiyacını gördüm ve bazı yakınlarım eğitim aldığım konu üzerine çalışmamı teşvik edince haberciliğe devam etmeye karar verdim. Müslümanlarının, mazlumların ve en önemlisi Mücahidlerin (Muhalifleri kastediyor) zalimlerin karşısında sergiledikleri dik duruşlarını, ümmetin ferdlerini korumak için ortaya koyulan mücadele ve fedakarlıkları ve Allah’ın kelimesinin burada yücelmesi için canlarını ortaya koyanların sesi olmak istedim. Rabbim beni muvaffak etsin.

İdlib gibi bir bölgede habercilik yapmanın en büyük zorluğundan bahseder misin?

AD: Karşılaştığımız bir çok zorluk var elbette, elhamdulillah. Bu zorlukların en büyüğü tabi ki seni hedef almaya ve Müslümanların sesini kesmeye çalışan düşman ve hainler oluyor. İdlib çoğu zaman bize ve milyonlarca Müslümana kucak açmış bir belde olsa da düşmanlar da burada barınmayı beceriyor. Bu düşmanlar bizim gibi medya çalışmaları ile ses ve yankı getirmeyi çalışan kişileri hedef alıyor veya suikastlar düzenliyor. Bu hususta çok dikkatli olmaya çalışıyoruz. Aracımıza binerken altına el yapımı bomba döşenmiş mi diye bakmamız gerekiyor. Kaldığımız yeri gizli tutmaya çalışıyoruz. Dışarıda gezerken tedbirli olmaya çalışıyoruz. Bu konu sanırım en zorlandığım mesele.

2016’da Halep’teki kuşatma süreci oldukça zorluydu. Halep’te ne kadar kaldın? Orada yaşadığın en zorlu olayı aktarır mısın?

AD: Benim böyle demem belki bazı insanlara tuhaf gelecektir ama Şam topraklarında geçirdiğim ve yaşadığım vakitlerin en güzeli ve bereketlisi Halep muhasarasında geçirdiğim 4-5 ay oldu. Halep muhasarı üzerine bir kitap yazmayı çok düşündüm ve bazı değerli abilerim bu konuda beni çok teşvik ettiler ama nasip olmadı.

Halep’te çok defa zorlu anlar geçirdik, Rabbime hamd olsun ama sanırım en zorlu anım muhasaranın son haftalarına doğru oldu. Türkiye ile Rusya Halep’in boşaltılması üzere anlaşmıştı. Bize bu haber ulaştığında elbette çok üzüldük. Halep’i düşmana teslim etmek istemiyordu Mücahidler, lakin hainler ve işbirlikçileri Halep’in satış belgesini çoktan imzalamıştı. Halep özelindeki anlaşma Türkiye ile Rusya arasında oldu ve İran bundan pek memnun değildi. İran’a kalsaydı muhasara içerisinde bulunan yaklaşık 250 bin kişiyi katledecekti. Anlaşmada İran oyun dışı bırakılmıştı.

Biz muhasara sürecinde elbette füze saldırılarına ve savaş uçaklarıyla düzenlenen saldırılara karşı tedbirlerimizi alıyorduk. Anlaşma oldu ve bir kaç güne muhasaradaki insanların İdlib’e doğru yol alacakları söylenince, nasıl olsa anlaşma oldu sartık aldırmazlar diye düşünerek saldırılara karşı tedbirlerimizi azalttık. O geceyi dün gibi hatırlıyorum. Kaldığımız evdeydik kardeşlerle uyumaya hazırlanıyorduk aniden binanın önüne bir füze düştü ve evin pencereleri patladı, ben hemen kamerayı aldım ve kardeşler ile dışarıda ne oldu diye bakmak için koştuk.

Merdivenleri indik binanın çıkışına yaklaştık tam çıkıyorken bir diğer füze 3-4 metre önümüze düştü, füzenin basıncı ile biz geriye fırladık. Kardeşlerden birisi yolun diğer tarafında bulunan hastaneye gitmemizi ve oradaki insanların bizim yardımımıza ihtiyacı olabileceğini söyledi. Aynı esnada yola abartısız 15-20 saniyede bir füze düşüyordu. Ben açıkçası o yol üzerinden koşmayı hiç istemedim ama atalarımızın “korkunun ecele faydası yok” sözü aklıma geldi. Ve mecburen iki füze arasında o 15-20 saniyelik zaman aralığını kullanarak karşıya koştuk.

Hastanenin kapısından arkamıza düşen füzenin basıncı ile uçarak girdik. Hastane’nin içi toz dumandı. Doktor tüm hastaları ve insanları zemin katta en güvenli olan ameliyathanede toplamıştı. Bunu her hatırladığımda o sahne gözlerimin önüne geliyor. Ameliyathane içerisinde yaklaşık 30 kişi vardık, her düşen füze kapının altından toz ve dumanın içeriye girmesine neden oluyordu. Biz ise hepimiz Allah’ı zikrederek doktorların karın bölgesi tamamen yarılmış bir adamın ameliyatını izliyorduk.

Köşede bir anne oğluna sarılmış hüngür hüngür ağlayarak doktorları izliyordu. Ben doktoru tanıyordum ve kimsenin anlamaması için İngilizce olarak ona sordum, “Doktor bu adam aldığı yaradan ölmese de yarasına giren toz ve duman nedeniyle ölür zaten değil mi?” dedim ve doktor sessizce şöyle dedi “Kardeşim adam zaten öldü ama eşi ve oğlu beni izliyor onlara durumu nasıl anlatacağımı bilmediğim için ameliyata devam ediyorum”.

Füzelerin düşüşü hastane binasına isabet etmeye başlamıştı. Kardeşlerle hastaneyi arka çıkıştan terk edip hedef alınan bölgeyi bir şekilde terk etmemiz gerektiğine karar verdik ve koşmaya başladık. O kadar hızlı koşuyorum ki sanırım daha önce hayatımda bu kadar hızlı hiç koşmamıştım. Füzeler halen yakınlarınıza düşüyorken boynumda asılı duran kameramın ipi koptu ve kamera yere düştü, kardeşler koşmaya devam ediyordu ve füzeler etrafımıza düşüyordu, ben döndüm kamerayı almak için ve kardeşler bir binanın alt kısmına korunmak için girmişti ben kamerayı aldım binaya doğru koşarken füzenin bir tanesi tam o binanın çatısına denk geldi. Füzelerin etkisiyle her patlamada gece, gündüze dönüşüyordu. Ben şehadet getirerek koşmaya devam ediyordum, elhamdulillah o binanın altına ulaştım ve orada bulunan yeraltı sığınağa girdik ve geceyi orda geçirdik.

Bir haberci olduğun için sahadaki gelişmeleri detaylı takip ediyorsun. Bu bağlamda İdlib’deki son durumu nasıl değerlendirirsin?

AD: Durumlar şimdilik sakin. Mücahidler cephe hatlarını güçlendiriyor, olası bir saldırıya karşı cepheyi elde tutabilme adına hendek ve mağaralar kazmaya devam ediyorlar. Bu sakin süreci askeri eğitimlerle geçiriyorlar ve Fethul Mubin operasyon odası altında büyük bir güç organize ediyorlar veya etmeye çalışıyorlar.

Burada kurulan “Kurtuluş Hükumeti” halka hizmet verme, iş fırsatları oluşturma, yeni yerleşim yerleri inşa etme gibi projeler üzerine çalışıyor. Kısacası herkes bu vakti iyi değerlendirmeye çalışıyor. Kısa zaman içerisinde büyük bir askeri çatışmanın olacağını düşünmüyorum, Allah daha iyi bilir.

İdlib’de HTŞ ile diğer grupların arası nasıl?

AD: HTŞ ile diğer grupların arası büyük oranda iyi, daha öncede zikrettiğim gibi, -Fethul Mubin- tek bir operasyon odası altında birleştiler ve bu birleşimin güçlenmesi için çalışıyorlar.

Hurras ed Din ile yaşanan çatışmaları nasıl değerlendiriyorsun?

AD: Müslümanlar arasında yaşanan her çatışmanın gereksiz ve tamamen bir delilik olduğunu düşünüyorum, ama savaş bölgesinde yaşamış ve tecrübe sahibi olan her akıllı insan bu tür olayların bazen kaçınılmaz olduğunu biliyor. Rabbimden Müslümanlara birleşmeyi ve bir saf halinde düşmana karşı dik durmayı nasip etmesini diliyorum.

Sence HTŞ, İdlib’de tüm konularda Türkiye ile ortak mı hareket ediyor?

AD: Bence iki taraf da bazı konularda zorunlu bir şekilde kendi gözettikleri hedef ve çıkarlar için ortak noktalarda anlaşarak hareket ediyor.

AD: Suriyeli muhaliflerden Dağlık Karabağ’a ve Libya’ya savaşmaya gidenlerin olduğu söylendi bunlar doğru mu?

AD: Evet doğru.

Peki kendi savaşları devam ederken başka bir ülkeye savaşmak için gidenlere oradaki muhaliflerin tepkisi nasıl oldu?

Tabi ki sert bir tepkileri oldu. Burada cephe hatlarında adam yetersizliği yaşanırken başka ülkeye gitmeleri hoş karşılanmadı.

Türkiye’nin İdlib’de ciddi bir askeri varlığı söz konusu. Sence Türkiye bu varlığı ne için kullanıyor?

AD: Bence Türkiye, İdlib’in ve Suriye sınır hattını kendisine düşmanlık gütmeyen mücahidlerin kontrolünde olmasından memnun. Bu bölgeleri kontrol eden mücahidler burada yaşayan yaklaşık 4 buçuk milyon insanı bir şekilde idare ediyor ve koruyor. Türkiye İdlib’in Rus ve İran destekli Esed militanlarının eline düşmemesi için buradaki askeri varlığını artırıyor ve cephe hatlarına yakın bölgelerde bir çok askeri nokta kuruyor. Bu bir yandan Rus ve İran destekli Esed militanlarına göz dağı vermek, diger yandan ise hatlarda herhangi bi hareket halinde bölgeye askeri destek sağlamak için.

Rusya ve İran’ın desteklediği rejim, sence Türkiye’nin varlığına rağmen İdlib’e saldırır mı?

AD: Rusya, Esed rejimine Türkiye’nin varlığına rağmen Han Şeyhun, Morek, Latamına, Maret Numan ve Serakib gibi bölgelere ciddi saldırılar yapması ve ele geçirmesi için emir ve destek verdi.

Saldırıp saldırmama kararı Rusya’nın elinde. İdlib’i gözüne kestirmesi ve politika ile stratejisini bunun üzerine geliştirirse, ne Türkiye’nin ne de diğer dünya ülkelerinin baskısını dikkate almaz diye düşünüyorum.

Türkiye ile rejim arasında bir anlaşma mümkün mü?

AD: İki tarafın arasında son 10 yıldır ciddi düşmanlık oluştu böyle bir anlaşma olsa olsa ancak Rusya ve diğer küresel güçlerinin baskısı neticesinde olur.

Sence HTŞ İdlib’de gelecek dönem için ne yapmayı planlıyor?

AD: Gidişata bakılırsa HTŞ ve diğer tüm askeri gruplar, geniş ölçekli askeri bir meclis kurmaya çalışıyor. Yani hedef İdlib bölgesinde bulunan bütün askeri grupları tek bir komuta altında birleştirmek.

Bu birliğin sağlanması durumunda, İdlib bölgesinde oluşan tek askeri güç, Kurtuluş Hükümeti’nin Savunma Bakanlığı’na bağlı olarak hareket edebilir. Bu adım ise hem sahada hem de uluslararası arenada Kurtuluş Hükümeti’ne güç ve meşruiyet kazandırır.

İdlib’in son durumu özelinde söylemek istediklerin nedir

AD: Bana göre, tabi ki Allah’ın isteği ve emri ile, İdlib’in geleceği parlak. Suriye halkı gerçekten istekli, inatçı, kararlı, güçlü, sabırlı ve sebatkar bir millet. Yokluk, soğuk, açlık, evsizlik, ölüm ve savaş demeden her şekilde içerisinde bulundukları hali en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorlar.

Askeri gruplar birleşme çabası içerisinde ve savunma hatlarını güçlendiriyor. Hükumet, yardım kuruluşları ve kendi çaba ve imkanlarıyla, tabi ki Allah’ın yardımı ile, eğitim sistemi, halka hizmet, mahkeme sistemleri, yolların onarımı, yeni yaşam alanları ve yerleşim yerler, iş imkanları sağlamaya çalışıyor.

Herkes üzerine düşeni yaparsa eğer, Allah’ın izniyle ümmetin karanlık içerisinde beklediği aydınlık buradan doğabilir. Biz üzerimize düşeni yapacağız inşallah, başarı ve netice Allah’tan.

Röportajda kullanılan ifadeler orjinal haliyle aktarılmıştır. Mepa News'in editöryal politikasını yansıtmayabilir.

*Yayınlanan haberlerde yer alan düşünceler ve ortaya konulan fikirler veya kişiler Mira Haber’in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

DİĞER GELİŞMELER