18:36 Salı / 16 Nisan 2024 | 7 Şevval 1445

Humeyni’nin ‘Velayet-i Fakih’ teorisi ve İran’da dini liderlik (2)

Humeyni'nin 'Velayet-i Fakih' teorisi ve İran'da dini liderlik (2)

İran Devrimi Humeyni’ye Velayet-i Fakih teorisini hayata geçirmesi imkanını verdi. Humeyni bu konuda büyük bir muhalefetle karşılaştı.

İran Devrimi Humeyni’ye Velayet-i Fakih teorisini hayata geçirmesi imkanını verdi. Humeyni bu konuda büyük bir muhalefetle karşılaştı. Farklı kesim ve dayanaklarla gelen bu muhaliflerini kuvvet kullanarak bastırdı.

İran Devrimi ve Humeyni’nin İran’a dönüşü

Humeyni’nin Necef’ten İran’a yönelik propaganda faaliyetleri, İran’daki gelir adaletsizliği gibi şikayetler ve sol grupların propaganda faaliyetleri ile birleşti. Böylece Ocak 1978’den itibaren dalga dalga tüm İran’ı saracak şekilde iran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’ye (1919-1980) karşı bir halk isyanına dönüştü. Humeyni Necef’ten gönderdiği yazılı ve sesli popülist çağrılarla İran’daki isyancı halk kesimlerinin takdirini topladı. Halkın patlamasının önüne geçerek hareketin en önde gelen ismi olmayı başardı.

Bu dönemde Humeyni gelir adaletsizliği, Şah rejiminin baskıcılığı gibi konulara ağırlık vererek mesajlarına Velayet-i Fakih teorisini doğrudan karıştırmamaya dikkat etti. Ekim 1978’de Irak’tan Fransa’ya geçen Humeyni, Fransa’da mesajlarını dünya basın ve yayına ulaştırma imkanı buldu. Batı’nın tüm basın ve yayın organları Humeyni’nin Paris’teki evinin önünde röportaj kuyruklarına girerek İran Devrimi’nde Humeyni’nin en büyük yardımcıları oldular.

Ocak 1979’da Şah’ın İran’ı terk etmek zorunda kalmasının ardından, 1 Şubat 1979’da Humeyni İran’a geri döndü. Eski rejimin hükümetinin istifa etmemesi üzerine 9 Şubat 1979’da başlayan ayaklanmayla 11 Şubat 1979’da eski rejim tamamen sona ererek İran’da yeni bir dönem başladı.

Yeni rejimde Velayet-i Fakih tartışmaları

Humeyni devrimin en önde gelen ismi olmakla beraber devrimi yönlendirmede yalnız değildi, sol grupların yanı sıra başta Kazım Şeriatmedari olmak üzere Velayet-i Fakih teorisine karşı olan Şii merciler de devrimde büyük rol oynamıştı.

Humeyni bu dönemde Velayet-i Fakih teorisini 1970’te Necef’te sunduğundan daha dar olarak yönetim üzerinde bir şer’i kontrol mekanizması olarak sunmaya dikkat etti ve mollaların cumhurbaşkanlığı ve başbakanlığa aday olmayacağı sözünü verdi. Yine Humeyni aktif politikaya karışmayacağının simgesi olarak Tahran’a değil Kum’a yerleşti.

Fakat Nisan 1979’da kabul edilen ve Caferiliği ülkenin resmi mezhebi ilan eden ‘İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’ tartışmalara yol açtı. Anayasa, Velayet-i Fakih makamına, çıkarılan kanunların İslam’a uygun olup olmadığını denetlemekten öte, cumhurbaşkanlığının da üzerinde ülkeyi yönetme hakları veriyordu. Bunun üzerine İran’da büyük bir Velayet-i Fakih teorisi tartışması patlak verdi. Humeyni’nin ölümüne değin (1989) İran’da yapılan tüm anayasa değişikliklerinde Velayet-i Fakih makamının yetkileri daha da artırılacaktı.

Humeyni-Şeriatmedari çatışması

Kum Havzası’nın en büyük Şii taklid mercii olarak görülen, 1963’te Humeyni’yi merci ilan ederek Şah’ın onu idam etmesinden kurtaran Azeri Türkü Kazım Şeriatmedari, Velayet-i Fakih teorisinde Humeyni’nin en büyük hasmıydı.

Humeyni’nin ele aldığı genişlikte bir Velayet-i Fakihlik makamının Şii inançlarıyla bağdaşmadığını savunan Şeriatmedari, kimsenin “Kayıp İmam Mehdi”nin naibi olarak ülkeyi yönetme hakkına sahip olmadığını belirtiyordu. Şeriatmedari’ye göre bunun için İmam gibi masum olmak gerekiyordu, masum olmayan Humeyni gibi birinin elinde bu kadar geniş yetkili bir makamın diktatörlükle sonuçlanması kaçınılmazdı.

Şeriatmedari İran’daki Şiilerin üçte biri tarafından taklid ediliyordu. Bu oran İran’daki Azeri Türklerinde daha da yoğunluk kazanıyordu. Kum’da çalışmaları en etkin olan isimdi. Bu sebeple Şeriatmedari gibi İranlı Azeri Türkü olan Hoyi’nin Necef Havzası’nın o dönemde başı olması gibi Şeriatmedari de Kum Havzası’nın başı olarak görülüyordu.

Şeriatmedari’nin 1978’de Şah karşıtı gösterilere desteğini açıklaması İran kontrolündeki Tebriz merkezli Güney Azerbaycan’da bu gösterilerin yoğunlaşmasında ve Şah’ın devrilmesinde başat rol oynamıştı. Devrimin ardından Mart 1979’da Şeriatmedari’nin öncülüğünde Kum ve Tebriz merkezli olarak ‘Müslüman Halkın Cumhuriyetçi Partisi’ kurulmuştu. Parti o dönem 38 milyon nüfuslu olan İran genelinde ağırlıklı olarak Tahran, Kum ve Azeri çoğunluklu bölgelerden 3 milyon üye elde etmişti.

Bu sebeple Humeyni öncelikle Şeriatmedari’yi konuşarak iknaya çalıştı. İki isim de Kum’da ikamet ettiğinden Humeyni Şeriatmedari’ye ziyaretler gerçekleştirerek Velayet-i Fakih makamının yetki sınırına ve kendisinin bu makamda olmasının gerekliliğine onu iknaya çalıştı. Fakat Şeriatmedari gibi, İran ve Irak’ın pek çok Şii mercii de Humeyni’yi hakiki bir merci olarak bile görmemekteydi. Çünkü 1963’te Humeyni, Şeriatmedari öncülüğünde idam cezasından kurtarılabilmek için siyasi bir adımla merci ilan edilmişti.

seriatmedari.jpeg

Humeyni Şeriatmedari’yi bir ikna ziyaretinde (1979). Sağdan sola: Ruhullah Humeyni (1902-1989), Kazım Şeriatmedari (1906-1986), Ruhullah Humeyni’nin oğlu Ahmed Humeyni (1946-1995)

Kazım Şeriatmedari’nin İran Devrimi’ne bir destek açıklaması (Aralık 1978)

Şeriatmedari Humeyni tarafından ikna edilemedi. Fakat devrim coşkusuyla beraber halk Humeyni’nin vaadleriyle 1979 yılının ayları ilerledikçe git gide Humeyni’nin safında yer aldı. İran’ın Azeri bölgeleri dışında Şeriatmedari yanlıları Humeyni destekçilerine oranla git gide azınlığa düştüler.

Kasım 1979’da Humeyni’nin yönlendirmesiyle Tahran Üniversitesi öğrencilerinin Tahran’daki ABD elçiliğini basıp çalışanlarını rehin alması Şeriatmedari tarafından resmi beyanatla kınandı. Bunun üzerine Humeyni’nin talimatıyla Şeriatmedari ev hapsi cezasına çarptırılırken, bazı aile üyeleri ve yakınları tutuklanıp işkenceye uğratıldı. Tutuklanıp işkence edilenlerin arasında Şeriatmedari’nin gelini de vardı.

Bunun üzerine Kasım-Aralık 1979’da Tebriz’de Şeriatmedari yanlıları büyük bir isyan çıkardı. Henüz tam olarak yerleşmemiş yeni rejimin güçlerini çatışmaların ardından mağlup ettiler. Şehrin kontrolünü büyük ölçüde ele alan isyancılar, yerel televizyon ve radyo istasyonlarını da kontrollerine aldılar. Buralardan yaptıkları yayınlarla”Velayet-i Fakihlik diktatörlüğü”ne ve “Şeriatmedari’ye yapılan zulme” karşı olduklarını bildirdiler.

Aynı dönemde Kum’da da Şeriatmedari yanlıları Tebriz’deki kadar büyük olmasa da isyan ettiler.

tebriz.jpg

Tebriz’de Şeriatmedari yanlısı Azeri Türklerin gösterileri (Aralık 1979)

resim-001.jpg

Tebriz’de Humeyni resimlerin yırtan Şeriatmedari destekçileri (Aralık 1979)

Tebriz İsyanı’na dair ABD’nin NBC TV kanalına çıkan bir haber (4 Ocak 1980)

Aralık 1979’da Humeyni orduya tank ve uçakların da yer aldığı ağır silahlarla Tebriz’e hareket etmesi emri verdi. Fakat ordu hemen harekete geçirilmeyerek Tebriz’deki isyancıların teslim olması beklenmeye başlandı. Bunun üzerine iç savaş çıkmasını ve Tebriz’in yıkımını istemediğini belirten Şeriatmedari Kum’dan yaptığı çağrıyla Tebriz’deki destekçilerinden İran Ordusu’na direnmemelerini istedi, siyasi faaliyeti bırakacağını açıkladı.

Böylece İran Ordusu 12 Ocak 1980’de Tebriz’e hemen hemen çatışmasız girdi. Buna rağmen yeni rejim Tebriz’de yaygın tutuklama ve idamlar gerçekleştirdi. Ocak 1980’de Şeriatmedari’nin ‘Müslüman Halkın Cumhuriyetçi Partisi’ kapatıldı. Şeriatmedari tüm faaliyetlerine son vererek Kum’da kendi kabuğuna çekildi.

Şeriatmedari’nin 1979’un ikinci yarısında İran’a bağlı kalsa da Tebriz merkezli olarak geniş bir iç özerkliğe sahip bir Güney Azerbaycan Devleti ve bu kapsamda Tebriz’e bir Şii havzası kurup yerleşme niyetinde olduğu iddia edilmektedir.

Fakat bunun kanlı ve başarıya ulaşması meçhul bir savaşla olmasını istemediğinden geri adım attığı düşünülmektedir.

Şii havzalara ve mollalara yönelik eleştirileriyle bilinen, Humeyni-Şeriatmedari gerginliği döneminde Kum’da bulunan Iraklı Şii din adamı Abdulhalim el-Ğızzi de sürece dair tanıklıkları olan bir isim.

Ğızzi, gerginliğin zirvede olduğu bir dönemde Ahmed Humeyni’nin babası Ruhullah Humeyni’nin mesajını iletmek üzere Kazım Şeriatmedari’yi ziyaret ettiğinde Şeriatmedari’nin ona “Baban her şeyi yiyip bitirip bize bir şey bırakmamak mı istiyor?” dediğini aktardığını o dönem Kum’da duyduğunu anlatıyor:

Böylece Humeyni İran’da Velayet-i Fakih teorisine karşı çıkan en büyük odağı yenmiş oldu. Ardından yine 1980’de Humeyni “Kum’un havasının kuru, Kuzey Tahran’ın havasının daha güzel” olduğu gerekçesiyle başkent Tahran’a yerleşerek iç ve dış siyasete daha doğrudan müdahil olmaya başladı.

Nisan 1982’de devrimde önemli rol oynayan 1979-1980 dönemi dışişleri bakanı Sadık Kutbizade, Şeriatmedari’nin damadı ve bazı yakınları aniden tutuklandılar. İşkenceli geçtiği belirtilen sorguların ardından bu isimlerin Kazım Şeriatmedari’nin de dahil olduğu bir organizasyonla Humeyni’yi öldürmek ve rejimi devirmek için çalıştıklarını itiraf ettikleri açıklandı.

Bu açıklama üzerine Şeriatmedari de tutuklandı ve dönemin İran İstihbaratı’nın önemli isimlerinden Muhammed Reyşehri’nin de daha sonra bizzat kabul ettiği şekilde, Reyşehri tarafından suçlamaları kabul etmesi için dövüldü. Bu esnada 76 yaşındaydı.

Kutbizade ve Şeriatmedari’nin damadı idam edilirken Şeriatmedari’nin TV’de suçunu itiraf, Allah’tan ve Humeyni’den af dileme ve bir daha böyle girişimlerde bulunmamaya söz verme karşılığında idamdan muaf tutulacağı açıklandı.

Denilenleri yapan Şeriatmedari’nin Şia tarihinde daha önce örneği görülmemiş biçimde taklid merciliğinden düşürüldüğü ilan edildi. Kum’da daha sıkı bir ev hapsine alınan Şeriatmedari prostat kanseri oldu ama tedavisine izin verilmedi. Hastalığı sebebiyle tedavi görmediğinden Nisan 1986’da öldü.

Cenaze namazına halkın ve mollaların katılımı, İran genelinde Şeriatmedari için taziye programı düzenlenmesi yasaklandı.

Kazım Şeriatmedari gördüğü baskılar üzerine İran devlet televizyonunda 1963’te idamdan kurtardığı Humeyni’ye övgülerde bulunup ondan af diliyor (1982)

Kum Havzası’nın lideri olarak görülen Şeriatmedari’nin başına gelenler İran’daki Velayet-i Fakih teorisi karşıtı diğer mercileri korkutarak susturdu.

Humeyni Velayet-i Fakih teorisinin tatbikini genişletiyor

1980’den itibaren Humeyni hem kendisinin hem de taraftarı olan Şii mollaların siyasete doğrudan müdahelesini artırdı ve bunu Velayet-i Fakih teorisine getirdiği açıklamalarla meşrulaştırdı.

Eylül 1980’de İran-Irak Savaşı’nın başlaması Humeyni ve destekçilerine iç muhalefeti bastırma, dikkatleri savaşa çekip iç politikadan kaçırma konusunda büyük bir imkan sağladı. 1981’de Humeyni 2 sene önce verdiği söze rağmen mollaların cumhurbaşkanlığı, başbakanlığı da dahil her alanda politika yapabilmesinin önünü açtı. 1981’de yapılan seçimlerle Humeyni’nin talebelerinden molla sınıfından Ali Hamaney (1939-) cumhurbaşkanı oldu.

Yine Humeyni’nin talebelerinden Haşimi Rafsancani (1934-2017) meclis başkanı olarak görevinin de ötesinde yönetimde kritik bir pozisyon üstlendi. Bu seçimle beraber Humeyni doğrudan devleti, iç ve dış siyaseti yönetmeye başladı. Fiilen dini liderlik makamını, “kanun ve uygulamaların şer’iliğini denetim” makamından “doğrudan yönetim” makamına dönüştürdü.

İran Sünnileri ve Velayet-i Fakih

İran nüfusunun yaklaşık %15-20’sini oluşturan Sünniler ağırlıklı olarak İran’ın Batı, Güneydoğu, Kuzeydoğu sınır bölgelerinde ve Güney sahillerinde yaşamaktadır.

Batı İran’daki Kürtlerin ve Güneydoğu İran’daki Belucilerin çoğu, Türkmenistan sınırındaki Türkmenler, Güney İran’daki bazı Arap ve Fars topluluklar Sünnidir. İran Devrimi’ne bazı Sünni kanaat önderleri de destek vermiştir. Bunların en tanınanlarından biri Ahmed Müftizade’dir (1933-1993). Tanınmış bir Sünni Kürt molla ailesinden gelen Müftizade, Şah rejimi muhalifi olarak hapis yatıp işkence görmüş bir isimdi.

Humeyni’nin adil bir İslam Devleti vaadi sebebiyle devrimi destekleyen Müftizade de diğer devrimi destekleyen Sünniler gibi ilk hayal kırıklığını Nisan 1979’da kabul edilen yeni İran Anayasası’nda devletin resmi dininin İslam olarak değil Şiiliğin Caferi Mezhebi olarak belirlenmesiyle yaşamıştı. Böylece çıkarılacak kanunlarda sadece Caferi Mezhebi’nin dikkate alınacağı tescillenmiş oluyordu.

Buna rağmen Müftizade ve bazı Sünni kanaat önderleri devrime destek vermeye devam ettiler. Fakat 1979 yazında İran’ın Kürt bölgelerindeki huzursuzluklar karşısında Humeyni’nin cihad ilan edip gönderdiği birliklerle binlerce kişiyi katlettirmesi, ilerleyen dönemde dini liderlik makamının yetkilerinin alabildiğine genişletilmesi bu isimlerin de devrim destekçisinden yeni rejim karşıtına dönüşmesine yol açtı.

Humeyni ve yeni dönem için “Bize adalet ve İslam Devleti vadedip Şah Rıza Pehlevi’den daha zalim bir yönetim kurup İran’ı Safeviler devrine döndürdü” ifadelerini kullanan Müftizade 1981’de hapsedildi ve işkence gördü.

1992 sonunda bozulan sağlık durumu sebebiyle serbest bırakılan Müftizade kötü şartlarda uzun süren hapis süreci ve gördüğü işkenceler nedeniyle 1993 başında hayatını kaybetti.

muftizade.jpg

Ahmed Mütfizade tutuklanmadan önce (solda, 1980) hapisten çıkmasının ardından (sağda, 1992)

Velayet-i Fakih teorisi, Şii olmadıkları ve “Kayıp İmam”a inanmadıkları için İranlı Sünniler için dini bir anlam ifade etmiyordu. Yeni sistemin sadece Şii-Caferi değil, Humeyni’nin anlayışı doğrultusunda Şii-Caferi bir uygulamayı esas aldığını gören İran Sünnileri, kendilerini yeni rejimde Şahlık döneminden daha dışlanmış ve baskı altında hissederek yaşamaya devam ettiler.

1979’dan bugüne Kürtler ve Beluciler başta olmak üzere İran Sünnileri zaman zaman çatışma hatta savaşa varacak şekilde rejimle gerginlik yaşamaya devam etmektedirler. Özellikle Şiilikten Sünniliğe geçen İranlıların Velayeti Fakih rejiminden öldürme de dahil büyük baskı görmekte olduğu belirtilmektedir.

Devrime destek veren sol gruplar ve Velayet-i Fakih

Sol hareketlerin Şahlık döneminde organize muhalefetin büyük kısmını kapladığı İran’da, 1979 Devrimi’nde de sol gruplar büyük yer tutmuştu. Oldukça dağınık ve fraksiyonlara bölünmüş olan İran solcularının dine bakışı farklılıklar içeriyordu.

Örneğin İran’da daha köklü bir tarihe sahip solcu Tudeh Partisi tam anlamıyla seküler iken ‘Halkın Mücahitleri’ örgütlenmesinin ideolojisi “İslami Sosyalizm”di. Bununla birlikte Şia’daki mercileri taklid müessesine bile karşı olan Halkın Mücahitleri’nin de Humeyni’nin Velayet-i Fakih teorisine sıcak bakması beklenemezdi.

sol.jpg

İranlı solcular Humeyni’nin Irak’tayken işlediği Velayet-i Fakih teorisinden habersiz durumdaydı ve İran Devrimi esnasında Şah düşmanlığı ortak paydasında hareket etmişlerdi. Humeyni’yi halkı dini motivasyonla birleştiren bir figür olarak görüp varlığından memnuniyet duymuşlardı. Devrim sonrasında, Humeyni’nin 77 yaşında olmasından hareketle kolaylıkla köşesine çekilmesi sağlanıp sembolik bir figür olarak kalabileceğini düşünmüşlerdi.

Devrime giden süreçte ve devrim esnasında öne çıkan bir molla olan Mahmud Talegani (1911-1979) İranlı solcularla iyi ilişkiler kurmuş, kitaplarında sola meyleden bir dil kullanarak emek-sermaye ilişkilerine değinmişti. Bazı kitapları Türkçeye de çevrilen Talegani’nin devrimde varlığı da solcuları Şii molla sınıfına yaklaştırmıştı.

Devrimin ardından Nisan 1979’da Talegani ile yeni rejim arasında ilk anlaşmazlıklar ortaya çıkmış, Talegani’nin iki oğlu hapsedilmişti. Bunun üzerine aralarında solcuların da yer aldığı kalabalıklar büyük protesto gösterileri yaparak Talegani’nin oğullarının serbest bırakılmasını sağlamıştı. Ortaya attığı yönetim fikirleri Velayet-i Fakih teorisiyle uyuşmayan, solcular ve mollalar arasında köprü olarak görülen popüler vaiz Talegani’nin 9 Eylül 1979’da aniden öldüğü ilan edildi. Solcu gruplar ve bazı Şii mollalar da o günden bugüne Talegani’nin Humeyni tarafından öldürtüldüğünü iddia etmektedir. Talegani’nin ölümü solcular ile mollalar arasındaki bağın iyice kopmasıyla sonuçlanmıştır.

Velayet-i Fakih teorisi başta olmak üzere Humeyni’nin yeni yönetim tarzı etrafında çıkan anlaşmazlıklar 1980’de solcularla yeni rejimin açıktan sürtüşmesiyle sonuçlandı. 1981’de molla sınıfından olmayan cumhurbaşkanı Benisadr’ın azledilme ve yargılanma korkusuyla İran’dan kaçıp Hamaney’in cumhurbaşkanı seçilmesiyle sonuçlanan gergin süreç esnasında rejim ve solcular açıktan çatışmaya girdiler. Yenilen solcu grup mensupları büyük ölçüde tutuklandı, yer altına çekildi veya yurt dışına kaçtı.

1981 yazı itibariyle Humeyni, İran-Irak Savaşı’nın İran’ın içine milliyetçilik ve rejime kenetlenme olarak yansımasının da yardımıyla, farklı fikirdeki tüm devrim ortaklarını ve iç muhalefeti bastırmıştı. Böylece yeni rejime hakim olmuş ve talebelerini cumhurbaşkanlığı gibi kritik makamlara getirmesinin de etkisiyle Velayet-i Fakih teorisini dilediğince uygulama imkanına sahip olmuştu.

Şii mollaların Humeyni’nin anlayışına bazı eleştirileri

Humeyni’nin Velayet-i Fakih teorisi yalnızca Sünniler, solcular ve bu teorinin yönetime ve siyasete yansıtılmasına kökten karşı Şii mollalar tarafından eleştirilmiyordu. Bu teoriye prensipte olumlu bakıp Humeyni’nin anlayış ve uygulamasına karşı çıkan bazı Şii mollalar tarafından da teoriyi eleştiriyordu.

Humeyni’nin Şia’da daha önceleri sadece masum olduğuna inanılan 12 İmam hakkında kullanılan “İmam” tabirini kullanması da Humeyni’ye bazı Şii mollalarca yöneltilen bir başka eleştirinin sebebiydi. Bu tabirle Humeyni’nin masum olduğu imasında bulunduğu iddia ediliyordu.

Muhammed Bakır es-Sadr ve Humeyni ihtilafı: Kayıp İmam’a naiplik mi Şura mı?

Necef’te genç yaşında merci olan, ünlü Sadr Ailesi’nden olan Muhammed Bakır es-Sadr (1935-1980) Humeyni henüz Necef’e gelmeden okuduğu İhvan-ı Muslimin, Seyyid Kutup ve diğer Sünni yazarların kitaplarıyla İslam’da yönetim şeklinin nasıl olması gerektiğine dair fikirlerini paylaşan bir isim olarak biliniyordu.

Sadr’ın ortaya attığı teoriler Sünnilerde olduğu gibi şura’ya dayanan bir yönetim şeklindeydi. Sadr bu teorilerinde Şii kaynaklarındaki devleti sadece “Masum İmam”ın yönetebileceği, onun zuhurundan önce kaldırılan tüm bayrakların batıl olduğu gibi rivayetlere sessiz kalmayı tercih ediyordu.

Humeyni henüz Necef’e gelmeden Necef’te süren bu tartışmalar nedeniyle Sadr, Sünnilerden etkilenmekle suçlanıyordu.

bakir.jpg

Muhammed Bakır es-Sadr

Necef’e yerleşmesinin ardından Humeyni ile iletişimde bulunan Sadr, onun Velayet-i Fakih teorisini de incelemişti. İslami bir devlet kurulması için Mehdi’nin beklenmesine gerek olmadığında ve Şii mollaların bu devletin idaresinde olmasında Humeyni gibi sakınca görmeyen Sadr bazı önemli noktalarda Humeyni’den farklı düşünüyordu.

Sadr’a göre fakihin velayeti “Kayıp İmam”a naipliği sebebiyle değildi. Bilakis dini hükümleri bilmesinden dolayı devletin işleyişinin şer’iliğini kontrol gerekliliğinden kaynaklanıyordu. Devlet bir mercinin kararlarına göre değil, şura ile yönetilmeli, molla sınıfından olmayanlar da yönetici olabilmeliydi.

Humeyni ve Sadr bu sebeple fakihin velayetinde prensipte anlaşmakla beraber, yöneticinin meşruiyet kaynağının “Kayıp İmam”a niyabet mi şura mı olduğu gibi temel ve sonuçları itibariyle büyük ayrılıklar getiren bir meselede anlaşamamışlardır.

Buna rağmen Muhammed Bakır es-Sadr 1979’da İran Devrimi’nin başarıya ulaşmasından büyük memnuniyet duymuş ve resmi olarak Humeyni’yi tebrik etmişti. Humeyni’ye gizlice ulaştırdığı İran’a yerleşme isteği ise Humeyni tarafından reddedilmişti. İlerleyen dönemde Humeyni ve Sadr’ın gizli haberleşmelerinin Tahran Radyosu’nca aleni olarak açıklanması Saddam rejiminin Nisan 1980’de Sadr’ı tutuklayıp idam etmesiyle sonuçlandı.

Humeyni karşıtı Şii çevrelerde ve Sadr Hareketi’nde Humeyni’nin Bakır es-Sadr’ı kendisine rakip olarak görüp ondan kurtulmak istediği, İran’a yerleşme isteğinin bu sebeple reddedildiği öne sürülmektedir. Gizli haberleşmelerinin ve Saddam rejimi aleyhine konuşmalarının ifşasıyla Sadr’ın Saddam rejimine yem edildiği iddia edilmektedir.

1990’lı yıllarda Necef Havzası’nın başına geçecek olan Muhammed Bakır es-Sadr’ın talebesi, akrabası ve dünürü Muhammed Sadık es-Sadr, İran rejimiyle sorunlu ve İran rejimince “Saddam’ın ajanı” olarak vasıflandırılan biri olarak dikkat çekecekti.

Muhammed Şirazi ve Humeyni ihtilafı: Velayet-i Fakih mi, Velayet-i Fukaha mı?

Muhammed Şirazi (1928-2001), 1961’de Şii mercii olan babası Mirza Mehdi Şirazi’nin (1887-1961) ölümüyle Necef Havzası’na rakip daha küçük çaptaki Kerbela Havzası’nın liderliğini ve merciliği devralmıştı.

19. yüzyılda İran’dan Irak’a göç eden bir molla ailesinden gelen Ebulkasım el-Hoyi ve Muhsin el-Hakim ile düşmanca ilişkilere sahip olduğu için, 1965’te Humeyni’nin Irak’a gelmesinden memnun olan Şii mollaların en başında yer alıyordu.

Irak’ta olduğu dönemde Humeyni ile iyi ilişkiler içinde bulundu. 1971’de Irak rejimi ve Necef mollalarının baskıları nedeniyle Irak’tan ayrılıp önce Lübnan sonra Kuveyt’e yerleşen Şirazi İran Devrimi olur olmaz İran’a yerleşmişti.

Mercilik müessesine büyük önem veren ve toplumun merciler tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünen Şirazi, Humeyni’nin Velayet-i Fakih teorisine genel anlamda olumlu bakan biriydi.

123-2.jpg

Muhammed Şirazi

Fakat rejimde ikinci adamlığı ve Humeyni’nin varisi olarak açıklanmayı beklerken kendisine sadece Ahvaz şehrinin cuma imamlığının teklif edilmesiyle Muhammed Şirazi hayal kırıklığına uğradı ve Kum’a çekildi.

Üstelik 1979’da yeni rejim, Irak’ta Saddam rejimini devirme işini Şirazi’nin adamlarına vermişken yaşanılan anlaşmazlıklar ve başarısızlıklar nedeniyle bu görev onlardan alınıp Muhsin el-Hakim’in oğlu Muhammed Bakır el-Hakim’e (1939-2003) verilmişti.

Humeyni’nin Velayet-i Fakih teorisini en açık şekilde uygulamaya başladığı 1981 yılında Muhammed Şirazi tek bir mercinin bu makamda bulunmasının diktatörlüğe yol açtığını ve Şia’daki çoklu mercilik sistemine aykırı olduğunu savunarak Velayet-i Fukaha (Fakihlerin Velayeti) teorisini ortaya attı.

Buna göre şahsi hükümler konusunda her Şii taklid ettiği merciye yönelecek ama ülkeyi ilgilendiren meselelerde tüm merciler birleşip ortak karar alacaktı. Bu teorinin yönetimini tehdit ettiğini düşünen Humeyni, Muhammed Şirazi’ye tüm desteğini kestiği gibi üzerine de İran’da örgütlenmesini önleyici baskılar koydu.

Bunun üzerine İran’dan ümidini kesen Şirazi, zengin Körfez ülkelerindeki Şiiler arasındaki çok sayıda takipçisinden gelen büyük humus gelirlerine dayanarak, Batı ve Arap ülkelerindeki Şiiler arasında örgütlenmeye önem verdi.

İran-Irak Savaşı (1980-1988) esnasında 1982’de Irak’ın ateşkes istemesi üzerine Humeyni’nin bu teklifi geri çevirmesini eleştiren Şirazi ateşkesin kabul edilmesi gerektiğini savundu. Bu savaşın anlamsız olduğunu ve sonuçsuz kalacağını, iki taraf için de büyük kayıplara neden olduğunu belirten Şirazi Irak tarafında ölen askerlerin de çoğunun Şii olduğunu iddia etti.

Şirazi’nin Humeyni’nin savaşı sürdürme kararına karşı çıkıp aleni eleştirilerde bulunması da yeni rejimin tepkisini iyice Şirazi’nin üstüne çekti. Şirazi ilerleyen yıllarda Humeyni’nin git gide artırılan dini liderlik yetkilerini de eleştirerek bunların Humeyni’nin Necef’te işlediği Velayet-i Fakih teorisinin çok ilerisinde olduğunu “İmam Mehdi”nin makamını gasp eder şekilde olduğunu belirtmeye başladı.

Bu siyasi ihtilaflar üzerine bazı inanç meselelerini de ekleyen Şirazi ekolü 1980’li yıllardan günümüze Humeyni’yi kafir olarak görmekte ve isimlendirmektedir.

Kaynak: Mepa News Akademi

*Yayınlanan haberlerde yer alan düşünceler ve ortaya konulan fikirler veya kişiler Mira Haber’in editöryel politikasını yansıtmayabilir.

DİĞER GELİŞMELER