18:51 Cuma / 29 Mart 2024 | 19 Ramazan 1445

Avrupa’da islamfobi!!!

Avrupa’da ortaya çıkan nefret anlatılarında Müslüman azınlıkları hedef alan söylemler, bütüncül bir perspektifle İslam dinine yöneltilmeye başladı. “Değerler çatışması” (clash of values) olarak tanımlanan konular, “Avrupa evi”ne alınmak istenmeyen Müslüman yabancılarla başlayarak din düşmanlığına taşındı. İslamofobi kavramsallaştırmasının tekrar tartışmaya açılmasına sebep olacak bu düşmanlık ve saldırganlık, İslamiyet’e ve mensuplarına yönelen yeni bir tür antisemitik dalga olarak algılanıyor. Birbirini besleyen İslam ve Müslüman nefreti anlatılarıyla inşa edilen “düşman” algısı, Müslümanları “aşağı” olarak damgalıyor, zenofobik, saldırgan, yeni-ırkçı nefret söylemlerinin odağına oturtuyor ve bu söylemler Avrupa’da aşırı sağcı siyasi partiler ve radikal gruplar tarafından araçsallaştırılıyor. Özellikle Norveç, İsveç, Almanya, İngiltere ve Fransa’da ardı ardına patlak veren İslam karşıtı olaylar, yeni-ırkçılığa evrilen nefret anlatıları yoluyla bir grup insanda ortaya çıkan patolojik nevrotik kaygı ve bu kaygıdan doğan varoluşsal güvensizlikleri de açığa vuruyor. Avrupa’da aşırı sağ partilerle yüzeye vuran bu ötekileştirme ve popülist anlatılar, toplumların bir kısmı tarafından kabul görüyor; fakat bu kabulün sosyo-psikolojik arka planı çoğu zaman göz ardı ediliyor. Ne var ki gelişmelerle birlikte doğru teşhislerin konulamamasının, doğru tedavi yönteminin de bulunamamasına yol açacağı bir gerçektir.

2020 Ağustos’unun sonunda aşırı sağcı Sıkı Yön (Stram Kurs) Partisi lideri Rasmus Paludan’ın İsveç’in Malmö kentinde Kuran-ı Kerim yakmasının ardından Avrupa’da İslam-karşıtı provokatif eylemler artış gösterdi.

İsveç’te Müslümanlar ve aşırı sağcı gruplar arasında artan gerilimin ardından, Norveç’in başkenti Oslo’da Sian üyesi aşırı sağcı bir grubun Kuran-ı Kerim sayfalarını yırtarak İslam’a ve Kur’an’a hakaretler yağdırması büyük tepkilere neden oldu. Akabinde yine İsveç’te bir mescidin önüne, üzerine tehdit içeren nefret söylemleri yazılmış ve ardından yakılmış Kuran-ı Kerim sayfaları ve domuz pastırması bırakıldı. Fransa’da Charlie Hebdo dergisinin, 2005’te Danimarka’da yayımlanan karikatürleri tekrar yayımlama kararını ilan etmesi de düşmanlığın İslam dinine yöneltildiğini tekrar kanıtladı. Fransa cumhurbaşkanının İslam’ı “krizde bir din” olarak tanımlamasıyla daha da artan gerilim, İslam karşıtlığı anlatısının popülist siyasetçiler tarafından bir propaganda aracı olarak sürekli olarak nasıl üretildiğini de göstermiş oldu. Tüm bu gelişmeler, Avrupa’da bir tür yeni kültürel-ırkçılık (yeni-ırkçılık) ya da İslam karşıtlığı dalgası olduğuna dair söylemleri artırıyor.

“Belirsizlik ve kaygı çağı”nda gündemden hiç düşmeyen popülist siyaset, zamanın ruhuna uygun olarak devam ediyor. Yapılan pek çok yorumda genellikle ihmal edilen popülist siyasetin toplum zeminindeki sosyo-psikolojik arka planı ise İslam düşmanlığını sürekli yeniden üreten siyasi anlatıların toplumsal zeminini karanlıkta bırakıyor.

Bu toplum zemini İslam dinine karşı sıradan kaygılara sahip değil ve aşırı kaygılarının en temel sebebi, İslam dininin doktrinlerini bilmemek, yani dini tanımamak. İslam dinini tanımadıkları, bilmedikleri halde biliyormuşçasına ahkam kesmeleri ya da onu dar kalıplara sığdırma çabaları ise nevrotik kaygılarını tetikleyen ilk ve en önemli etken. Dolayısıyla bu insanlar pek çok türe ayrılan cehalet kavramı içinde, bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen ama buna rağmen en doğruyu bildiğini iddia eden “derin cehalet” kısmında yer almaktalar. Bu nokta, üzerinde durulması gereken en önemli nokta; çünkü “insan bilmediğinin düşmanıdır” argümanını kanıtlarcasına, bütün bir düşmanlık binası bu temel üzerinde yükseliyor. Avrupa’da bir grup insan, varoluşlarına tehlike olarak tanımladıkları İslam dinine ve dolayısıyla Müslümanlara karşı patolojik nevrotik bir kaygı içindeler. Yaşadıkları kaygının normal veya sıradan bir kaygı olmadığı ise bu kaygıyı tolere edememeleri dolayısıyla gösterdikleri saldırganlıklarla açığa çıkıyor.

İnançları hakkındaki eleştirel tutumlara açık olmaları dayatılan Müslümanların özgürlükleri hiçe sayılıyor. Bu konular ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, eleştirilebilirlik söylemleri dahilinde ele alınırken, Müslümanların en temel hakkı olan din ve vicdan özgürlüğünün sınırları aşılıyor. İslam’ın doktrinlerine ve Müslümanlara şiddet içeren, aşağılayıcı ve alaycı eylemlerle saldırılırken hukuki sınırlar da göz ardı ediliyo

DİĞER GELİŞMELER