Araştırmacılar, 1980’lerde Suriye’de yaşanan şiddetin, mağdurların DNA’sını nesiller boyu değiştirmiş olabileceğini ortaya koydu.
Scientific Reports dergisinde yayınlanan araştırmada, Florida Üniversitesi antropoloji ve genetik profesörü Connie J Mulligan, Suriyeli, Ürdünlü ve Batılı araştırmacılarla ortak bir çalışma yürüttü.
1982 Hama katliamından sağ kurtulan kadınların torunlarının, büyükannelerinin stresinin izlerini hâlâ genomlarında taşıyabilecekleri sonucuna vardılar.
Annelerden torunlara aktarılan genetik izler, geçmişte sadece hayvanlarda görülen, stresin nesiller boyunca genetik olarak aktarıldığına dair ilk insan kanıtını sunuyor olabilir.
Mulligan, “Travma ve şiddetin gelecek nesillere de yansıyabileceği fikri, insanların daha empatik olmasına ve politika yapıcıların şiddet sorununa daha fazla dikkat etmesine yardımcı olmalı” dedi.
“Hatta bu, ABD de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında gördüğümüz, görünüşte kırılmaz olan nesiller arası taciz, yoksulluk ve travma döngülerinin bazılarını açıklamaya bile yardımcı olabilir.”
Çalışma, epigenetik üzerine odaklanıyor, yani bir kişinin davranışları ve çevresinin genlerinin çalışma biçimini etkileyen değişikliklere yol açması.
Hama katliamı, Suriye’nin eski Devlet Başkanı Hafız Esad’a bağlı hükümet güçlerinin şehri ve sakinlerini kuşatması ve ölümcül saldırılar düzenlemesiyle gerçekleşti. Saldırıda on binlerce sivilin öldüğü bildiriliyor.
Katliamın hatırası , Suriyelileri 2011 yılında Esad’ın oğlu Beşşar’a karşı ayaklanmaya teşvik eden birçok faktörden biriydi. Beşşar, 2024’ün sonlarında devrilene kadar ülkeyi yönetti.
Çalışmada görevli ekipler, Hama katliamı sırasında veya 2011 yılı sonlarında Suriye iç savaşının başlamasıyla başlayan şiddet döneminde Ürdün’de hamile olan Suriyeli büyükannelerden ve annelerden örnekler topladı.
1980 öncesinde Ürdün’e taşınan ailelerden oluşan üçüncü bir aile grubu ise kontrol grubu olarak kullanıldı.
Araştırmacılar, Hama’da yaşanan şiddetle bağlantılı 14 spesifik genomik bölge bulurken, Suriye’de doğrudan şiddete maruz kalan insanların genomlarında 21 epigenetik bölge ortaya çıkardı.
Üçüncü bulgu ise annelerinin karnındayken şiddete maruz kalan kişilerde, yaşa bağlı hastalıklara yatkınlıkla ilişkilendirilebilecek bir biyolojik yaşlanma türü olan “hızlandırılmış epigenetik yaşlanma” belirtilerinin görüldüğünü ortaya koydu.
Ancak bu epigenetik değişikliklerin, bunları genomlarında taşıyan insanların yaşamları üzerinde ne gibi etkileri olduğu, hatta varsa bile, henüz netlik kazanmadı.
Araştırmacılar, çalışmalarının şiddete maruz kalmanın uzun vadeli etkilerine dair daha iyi bir anlayışa ulaşma yolunda önemli bir adım olarak değerlendirilebileceğini söylüyor.
Mulligan, “Çalışmalarımızın sadece mültecilerle değil, birçok şiddet biçimiyle ilgili olduğunu düşünüyoruz” dedi.
“Aile içi şiddet, cinsel şiddet, silahlı şiddet: ABD’de gördüğümüz tüm farklı şiddet türleri. Şiddetin etkilerini incelemeliyiz. Bunu daha ciddiye almalıyız.”